25 Aralık 2010 Cumartesi

siyah yansımalar

      "İçimin yorulduğunu hissediyordum Her gece yarısı yarım kalan uykular, tren düdükleri, anlayışsız ve cahil ya da rahat ve kendini beğenmiş bir müşteri kalabalığına yeni hikayeler bulma zorunluluğu, hastalığı gittikçe ağırlaşan yahudi ve gittikçe huysuzlaşan istasyon şefimiz........."
                                 Oğuz Atay-Korkuyu Beklerken adlı yapıtından
 
Black Reflections,1959,Franz Kline American, 1910 1962
zaman akıp gidiyordu tanıdık siluetler daha da silikleşirken bu ucuz kurgudaki rolüme biraz daha ısınıyor kendimin silik bir yansıması olarak hiçliğe doğru koşaradım ilerliyordum.artık yapmak istediklerim yada hayallerim sözkonusu olamazdı çünkü ben yoktum.anlamsız varlığımın bu  kurgudaki gönülsüz işgali  ancak akıntının belirsiz akışına bağlıydı...

akintiyakarsiakintininicinde

15 Aralık 2010 Çarşamba

Yalnızlık mevsim olur

Biter elimizdeki şey biter, biter her şey
Kalırız, kan gibiyiz, donarız bir tanrısalda
Sislerle ve kırık tırnaklarla
Ve donar çılgınlığımız: gemilerde hiçbir kaptan yok
Yok, çünkü denizler kocaman, ölüler büyük 
Bir soğuk ay soğuk ve tenha
Duyulur.Yalnızlık mevsim olur
"Ki çiçekler kendilerini toplar orada"
Ve zamanlar boğuşur, sırasız, biri bir ötekinden kalınlaşır...
Edip Cansever-Episode şiirinden
Cecily Brown,Study for Sam Mere 2
yürümek istiyoruz, koşmak ..olmuyor olamıyor yerimizde saymaya devam ediyoruz..bu ucuz müsamare ile yürümenin olanaksızlığı daha yolun başında belli oluyor.hikaye hep aynı hikaye..kahır dolu bir coğrafyada birşeyleri değiştirebilirimin ihtimali hikayesi..ama sonsuz ihtimaller içerisinde gelip en olmazı bizi bulur;şaşırmaya bile hakkın yoktur bu coğrafya da..olduğun yerde donakalırsın, senin dışında herkes senin gerçekleşmesini istemediğin  bütün sonuçları kanıksamıştır ve kendinle başbaşbaşa kalırsın olmazların olur kabul edildiği bir dünyada hayata olmadı yazgıya kahredersin..hayat devam ediyordur ve  'batı cephesinde değişen bir şey yok'tur..........

akintiyakarsiakintininicinde

5 Aralık 2010 Pazar

yürüyoruz, yeniden ve yeniden

               The Flight of Faust and Mephistopheles, 1896-Mikhail Aleksandrovich Vrubel 
            W.Benjamin, Rus öykücü Nikolai Leskov üzerine yazdığı bir yazıda, artık iyice uzağımızda kalan bir türü, öykü anlatıcılığını hatırlatır.Yurdundan uzaklarda dolaşıp geri dönen denizci ile yörenin gelenek ve efsanelerini iyi bilen usta zanaatkar uzaklarda kalan bir dönemin ilk öykü anlatıcılarıdır.Tecrübe ve bunun paylaşılması öykü anlatıcılığının üzerinde yükseldiği temeli oluşturur.

          Bizi bu denizcilerden ve zanaatkarlardan ayıran zaman, öykü anlatıcığından da ayırmıştır.Tecrübe aktarımına dayanan bir kültür yerini malumat alıp vermeğe dayanan gelip geçici, paylaşılmaz bir kültüre bırakmıştır.Öykü anlatcısını ve dinleyicisini birbirine yaklaştıran kollektif  bağlar, ortak hafıza, aynı kökten olma duygusu dağılıp gitmiştir.Artık insanlar yalnız, hayatları gündeliktir.Yurtları olmadığı için fazla uzaklarada gidemezler.Herşeyin fazla tanıdık olduğu bir dünya da, tecrübeye de yer yoktur.Onun için insanların anlatacak öyküleri yoktur artık.

         Benjamin için kurtuluş, ilerlemeden kesinkes farklı olarak, yalnızca yaşanmamış bir gelecek uğruna değil, yaşanmış ve eksilmiş bir gelecek uğruna verilen bir mücadeledir.Devrim bu eksilmelerin giderilmesi ve geçmişin özgürleştirici ögelerinin geri alınma çabasıdır aynı zamanda.Biz de imrenme duygusu uyandıracak mutluluk, sadece solumuş olduğumuz havada vardır; bazı insanlarla konuşabilirdik, bazı kadınlar bize kendilerini verebilirlerdi orada...Başka bir deyişle mutluluk imgemiz ayrılmaz bir biçim de kurtarma ve kurtarılma imgemizle birliktedir. 

  W.Benjamin'den esinlenerek, akintiyakarsiakintininicinde
 

3 Aralık 2010 Cuma

dekadans

Kitleleri olumlu görüş yada eleştirel niyetleri doğrultusunda kışkırtmak gereksizdir; çünkü kitlelerin böyle görüş ve niyetleri yoktur:Ayrışmamış bir güçleri vardır yalnızca, bir reddetme güçleri.Yalnızca dışladıklarıyla, yadsıdıklarıyla güçlüdürler, ve öncelikle kendilerini aşan her tür tasarıyı, kendilerinden üstün olan her tür sınıf yada zekayı dışlayarak güçlü olurlar.

İktidar da büyük ölçüde tiksinti üzerine kuruludur.Tüm reklamlar ve  politik söylem, akla ve mantığa açıkça hakarettir.İğrenç bir sessiz etkileşim girişimidir bu hakaret:Örtbas etme teknikleri sona erdi, günümüzde açık şantajlarla yönetiliyoruz.Ve bu kurnazca kötüniyet şırıngalanmasına teslim oluyoruz.

Jean Baudrillard'ın Kötülüğün Şeffaflığı yapıtından nüans farkı ile   

Renato Guttuso, The Discussion, 1959-60

hersey apaçık ortada iken sergilenen bu aptalca müsamerenin neden bu denli kalabalık bir izleyici kitlesi olduğu kafalarda soru işareti bırakmayacak şekilde kendini gösteriyor ve göstermekle kalmıyor dayatıyor elden ne gelir kitlelerin doğası bu!! 

akintiyakarsiakintininicinde

28 Kasım 2010 Pazar

"bozguna bağlıyız, yola mahkumuz"

Steven Mark Glatt and the Majesty of Melancholy

günler geçiyor yaram her geçen an biraz daha külleniyordu yada ben öyle olmasını umuyordum oysa akacak kan kınında kalmazdı herzaman bir yolunu bulur kendi mecrasını yaratırdı.o kahrolası ağustos sıcağı çırpınışlara son verirken koca bir dünyayı da beraberinde götürmüş yazgı son sözünü söylemişti geriye donuk gözlerle baka kalan biz sefil varlıkların kifayetsiz çığlıklarıydı.gidenin ellerinden tutsam yalvarsam kendimi parçalasam yazgının karşısında biçare kalır yitik ağıtlara teslim olurdum...
akintiyakarsiakintininicinde

"acı biziz, biziz yine
  bir büyük bozguna yol olduğumuz

bir kaçgun sobahar ile talan edilip 
su yıkılıp, hüzün çürüyüp
ve yol sefili dağlarımızdan 
bir ipek uçurum diye devrilip
sel gittiyse kalan kumuz

biz bir talanla başladık kendimize
bundan böyle acının 
                   ekmek ve tuz
konaklarından geçer yolumuz
ölüm çarktır, sevda direk
uçsuz bir gurbete bağdaş kurduğumuzda
ve mahsus selam diye söylenerek
bir ağıda dürülür mektubumuz

acı biziz, biziz yine
bozguna bağlıyız, yola mahkumuz."

Hilmi Yavuz-Doğunun Gurbetçileri

24 Kasım 2010 Çarşamba

Ufuk Uzaklaşırken

 James Ensor - The Towers of Lissewege, 1890, Socinder Foundation, Berne.
Dünyayı değiştirmeyi, dünyayı ve kendimizi yeni bir evren için de yeni insanlar olarak yeniden kurmayı bir nihai amaç olarak bilinmeyen bir geleceğe ertelediğimiz de bugünü bugün olarak; bugün egemen olan kurum ve söylemlerin sınırladığı bir bugün olarak yaşamayı kabullendiğimiz de, gerçek ve çok boyutlu bir muhalefet olnaksızlaşır.Çünkü, zaten noktasal bir nihai amaç kabullenildiğin de tarihe ve gelişmeyede bir mutlak son bir nihayet konulmuştur.Böyle bir nihai amaç bugünkü yaşantımızı, eylemimizi güdükleştirmekten, bakış ve yaşayış açımızı sıfıra doğru daraltmaktan başka bir fayda vermez.Ve yaşamımızdan eksilen her renk, bakış açımızdaki her daralma, mutlakiyetçiliğin ve otoriterliğin kazandığı toprak demektir.Böyle noktasal bir nihai amaç ve ona doğru giden çizgisel bir yol, yaşantımızdan uzak olsun.İçimize ve geleceğe kapanarak bugünü yaşamak için değil tersine ileriye geniş bir açıyla, ufku görerek bakabilmek yoksulluşmadan ilerleyebilmek için.Ufka varılmaz, yalnızca yaklaşılır, ufuk uzaklaşır çünkü... 
  akintiyakarsiakintininicinde

23 Kasım 2010 Salı

Dil'e ve Nisyan'a Dair-1

             "Hafıza geçip giden dehşeti ve umudu anımsatır."
          Herbert Marcuse- Özgürlük Üzerine Bir Deneme'den

Marx için devrim, tutucu, baskıcı, sınır koyan ölü bir geçmişten kaçıış ve muazzam bir başlangıçtır; unutmayı göze alan bir başlangıç.Marx devrimi, kurumların belki de en köklüsü, en içselleşmiş olanı olan dilin unutuluşuna benzetir:Yeni bir dil öğrenmeye başlayan kişi, onu hep kendi anadiline çevirir durur, ama ancak kendi anadilini unutabildiği ölçüde o yeni dilin özünü, ruhunu özümleyebilir.O halde devrim aynı zamanda bir hafıza kaybıdır;'Bırakalım ölüleri ölüler gömsün.'

akintiyakarsiakintininicinde

14 Kasım 2010 Pazar

Kapitalizm ve Şizofreni

"Bir şeylerin eksik olması, yokluk, kıtlık...Bir toplum bunu kodlayabilir, toplumun kodlayamayacağı şey, bu şeyin ortaya çıktığı andır, ya da kendi kendine: şu herifler de kim öyle orda! dediği andır.O zaman, ilk anda, zor aygıtı harekete geçer, eğer bu kodlanamazsa, yok edilmeye çalışılacaktır.İkinci bir anda, iyi kötü bir şekilde kodlamaya olanak verecek olan yeni aksiyomlar bulmaya çalışılır."
                                      Kapitalizm ve Şizofreni adlı yapıtından ,Gilles Deleuze
        "Eğer zaman tersine döndürülebilse, anlam değiştirme imkanı bulunabilseydi, o zaman, hayatın uyumluluğu anlaşılmaz ve aşağılık olmaktan kurtulurdu.Değiştirilebilecek hiçbir anlam yoktur, tek bir anlam vardır, zorunlu olarak,tek anlam ve anlamsızlık... Hayatın başlıca konumu, ihtimaller ve seçim bakımından çoktan aşılmış ve çoktan gerçekliğini yitirmiş bir yol kavşağına bir daha kesinlikle geri dönememekten ibarettir:Bütün yollar aynı yönde ilerler.Bu durum, saçma olduğundan çok korku vericidir,düşüncesi bile dayanılmazdır.
       Anlam üzerine oynananan saçma bir cinas oyunu anlayışında, bir anlama istikamet verilmek istenildi her zaman.Ama varlık hiçbirşeyle bağıntılı durumda değildir.Hayattan ölüme doğru tek yönlü gidişte bir anlam ilişkisi bulmak isteyen her anlayışın yazgısı başarısızlığa uğramaktır.
       Bir erkek, kendisine ancak bir kadınla başlar tekrar.Ya da savaşla, devrimle...."
                                                  Fesat adlı romanından,Paul Nizan 

18 Ekim 2010 Pazartesi

gitmeden önce -5

 "GÖRÜYORSUN çok şey istiyorum.
Belki de istiyorum herşeyi:
Her sonsuz düşüşteki karanlığı 
ve her yükselişteki ışık saçan oyunu.

O kadar insan yaşıyor da istemiyor hiçbir şey,
üstünkörü yargılamadan doğan 
dümdüz duygularla bezenmişler.."

Rainer Maria Rilke,Dua Saatleri Kitabı'ndan
Michele Santangelo,Mietitori leccesi in piazza ,2003
herkes zafer istiyordu ama çoğunluğun payına yenilgi düşmüştü gerçeği kabullenmek kimsenin işine gelmiyordu en kötüsü de vasat birer zavallı olduklarını ,yerlerinin her zaman doldurulabilir oluşunu kabullenmekte yaşanıyordu.sonsuz olasılıkların içinde basit birer figüran olmayı kabul etmek basit birer istatistikten ibaret oluş bunu hazmetmek zordu o kocaman egoları için..oysa resim apaçıktı bunca kanıksanmışlığın ve yazgının hükümranlığına onayın insanları götürebileceği yer hiçlik olmadı teslimiyeti yüceltmek olabilirdi..vs vs 

akintiyakarsiakintininicinde

6 Ekim 2010 Çarşamba

'Yaşamak azaptır çoğu zaman'

Curved street in winter,İstanbul, 2004 Nuri Bilge Ceylan   

Yel Değirmenleri
 
Yaşamak azaptır çoğu zaman,
Dualara açıldı ağız.
Tükendi dizlerde derman
Akşamı bulamayacağız.

Sürülerini götürdü Beniisrail
Gitmek düştü adamlara.
İmdada yetişti Ebabil,
Kuşlar vurdu camlara.

Geceye, göklere minnettarım,
Mütarekenin verdiği haz.
............................................
Gün doğarken bozuldu tılsım,
Sokakların çağrısı sabah olur olmaz.

Beni kurtaracak biri yok hazırda,
Ölümün takibi henüz çok geriden.
Mihneti esvap gibi geçirip sırta,
Yel değirmenlerine hücum yeniden.
 

Behçet Necatigil 










5 Ekim 2010 Salı

"Segui il tuo corso, e lascia dir le genti."

"Segui il tuo corso, e lascia dir le genti."
K. Marx quoting Dante from The Divine Comedy.

   şu acınası yaşam da,hikayeyi bizim gibi figüran olarak  oynamaya yazgılı olanlar; rüzgarın önüne katıp ordan oraya savurduğu kuru yapraklar misali belirsiz bir geleceğe doğru savrulur dururuz bu boktan kurgunun içinde..ki burada acı olan öyküye trajik unsuru katan çekilen ızdıraptan çok bu belirsizliktir.bu yolda gözü kapalı ilerlerken tesadüflerin akışına bırakırız iradeyi..hedeflerimiz olmadığından yada irademiz bu yönde oluştuğu için değil; benliğimize sızıp irademizi hastalıklı bir ur gibi kemiren çıktığımız her yolculuğun daha başında tüm umut ve heveslerimizi kifayetsiz bir düşe dönüştüren,o kahrolası özgüvenimizin birden buharlaşmasıdır tüm bunlara sebep..
      talihsizlik deriz, kötü kader olmadı somut koşulların soluk! analiziyle koşulların elverişsizliğinden  dem vururuz.iradesizliğimizi gizlemek için elbette somut! analizlerin eşliğinde acınası oyunlar sergileriz.bir cinnet resmine dönüşen maskelerimiz,yüzümüzde!bilindiği gibi zevahiri kurtarmak adına icra edilen bu oyunlar da durmadan "iki adım geri bir adım ileri" ilkesi geçerli olduğu için bulunduğumuz yerden daha da gerilere düşeriz.hülasa mazeret çoktur ama icraat yoktur üretim kabızlığı sürdükçe ağız ishali de artar!! sonuç devasa bir hiçlikten başka birşey değildir....

 akintiyakarsiakintininicinde

25 Eylül 2010 Cumartesi

gitmeden önce-4


Hangi uzak yarlarda ya da hangi uzak göklerde
Kurban edildi gözlerindeki ateş?
Hangi kanatlar erişebilir ona?
Hangi el kavrayabilir ateşi?

Ve hangi güç ve hangi beceri
Bükebilirdi kaslarını yüreğinin?
Ve, yüreğin çarpmaya başladığında,
Hangi dehşetli el ve hangi dehşetli ayaklar? 


WILLIAM BLAKE


her gece başını yastığa koyduğunda bir sonraki günün bütün ayrıntılarıyla gözünün önüne geldiği bir cendere de sıkışıp kalmışsın!aynılıklar ve tekrarlar hepsi bundan ibaret ve sen yaşadığını iddia ediyorsun!bildik öyküler dahilinde savruluyorsun ucuz kahramanların bağrış çağrışı içinde kaybolup gitmeyi dilemediğin tek bir an bile yok ve sen yaşıyorsun bu rezil kurgunun içinde sende kendine düşen pespaye role canla başla sarılmaktasın ki vaktin dolana kadar çarkta monte edildiğin yer boş kalmasın ucuz yanılsamalarla daha ne kadar gerçeği ıskalamaya devam edeceksin??
     
akintiyakarsiakintininicinde

15 Eylül 2010 Çarşamba

Erlkönig

 

Erlkönig 

Wer reitet so spät durch Nacht und Wind?
Es ist der Vater mit seinem Kind;
Er hat den Knaben wohl in dem Arm,
Er fasst ihn sicher, er hält ihn warm.

Mein Sohn, was birgst du so bang dein Gesicht? –
Siehst, Vater, du den Erlkönig nicht?
Den Erlenkönig mit Kron' und Schweif? –
Mein Sohn, es ist ein Nebelstreif. –

"Du liebes Kind, komm, geh mit mir!
Gar schöne Spiele spiel' ich mit dir;
Manch bunte Blumen sind an dem Strand;
Meine Mutter hat manch gülden Gewand."

Mein Vater, mein Vater, und hörest du nicht,
Was Erlenkönig mir leise verspricht? –
Sei ruhig, bleibe ruhig, mein Kind!
In dürren Blättern säuselt der Wind. –

"Willst, feiner Knabe, du mit mir gehn?
Meine Töchter sollen dich warten schön;
Meine Töchter führen den nächtlichen Reihn
Und wiegen und tanzen und singen dich ein."

Mein Vater, mein Vater, und siehst du nicht dort
Erlkönigs Töchter am düstern Ort? –
Mein Sohn, mein Sohn, ich seh es genau;
Es scheinen die alten Weiden so grau. –

"Ich liebe dich, mich reizt deine schöne Gestalt;
Und bist du nicht willig, so brauch' ich Gewalt." –
Mein Vater, mein Vater, jetzt fasst er mich an!
Erlkönig hat mir ein Leids getan! –

Dem Vater grauset's, er reitet geschwind,
Er hält in Armen das ächzende Kind,
Erreicht den Hof mit Mühe und Not;
In seinen Armen das Kind war tot.
Johann Wolfgang Goethe  (1749 - 1832)



14 Eylül 2010 Salı

gerçeği söyleyebilmeye dair

"İbrahim'in yaptığı herşeyi şanlı kılan geleneksel bir "büyük adam" olma hakkının bulunması ve aynı şeyi bir başkası yaptığında bunun günah , iğrenç bir günah sayılması mıdır?Bu durumda ben böylesine pervasız bir övgüye katılmak istemezdim.Eğer iman kişinin oğlunu katletmesini mübarek kılmıyorsa, bırakın aynı mahkumiyet kararı, herkese olduğu gibi İbrahim'e de çıkarılsın.Eğer kişinin bir düşünceyi başından sonuna dek taşıyacak ve İbrahim'in bir katil olduğunu söyleyecek cesareti yoksa, hak edilmiş övgüler üzerinde zaman yitireceğine bu cesareti kazansın daha iyidir.İbrahim'in yaptığının ahlaki ifadesi şudur:O İshak'ı katledecekti...."

 Søren Kierkegaard, Diyalektik Lirik'ten

insanlara istediğin kadar gerçeği göster görmek istemeyeceklerdir, onlar sadece inandıkları ve görmek istedikleri sanrılarla yetinmeyi daha makbul sayacaklardır..bunun umudun içerdiği  yanılsama kadar değeri yoktur insanlar boktan bir hiçliğe değerler adına sahip çıkarlar ve algılayamadıkları gerçeği umursamadan ölüp giderler vs vs...

akintiyakarsiakintininicinde

11 Eylül 2010 Cumartesi

alınlarında toğrağın işaretini taşıyanlar

"savaşı lanetleyenlerdir bu ışıkta
çarpışmak için seçilmiş olanlar.
onlar serperler tohumları 
dünyanın ölü tarlalarına,
bütün bir yaz boyunca
ateş hatlarında yatarlar,
onlar bağlar bizim için ,
ekin demetlerini
ve rüzgarın şehitleri olurlar..."
              
Original abstract art by Theo Dapore
many of the paintings are large and triptych (3 canvas sectionals)
onlar giderken alınlarında toğrağın işaretini taşıyanlar, umudu gerçek kılmak için yaşama tutunanlardı..
ki bezirganların saltanatında onlara yer yoktu.alınterinin erdemine inanmış ve emeğin gücüne inanan insanlar duygu ve inanç tüccarları için basit bir istatistikten ibaretti.yok edilmesi gereken bir istatistik..

 akintiyakarsiakintininicinde

8 Eylül 2010 Çarşamba

eylül-inadına umut

"Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar."
edip cansever
yine eylül yine hüzün yine nefret yine gözyaşı 'büyük umutların' üzerinden tanklar geçeli çok olmuş  bu kezde küçük kasaba bezirganları ezip geçmeye niyetli..ihtiraslarında sınır tanımıyorlar herşeyi kullanabilirler kullanım süresi dolana kadar!bu acınası tür küçük sanrılarının peşinde ucuz birer piyon olsalar da zulmetmekte sınır tanımıyorlar..tanrı bezirganların saltanatından tüm güzel insanları korusun...

akintiyakarsiakintininicinde

4 Eylül 2010 Cumartesi

kendisini düzen diye adlandıaran şey yalandan ibaretti

biri gidip diğeri geliyordu hesapta ama değişen sadece siluetlerdi..onlara yer değiştirten güçse hep ordaydı "çünkü,tuzakların hala varlıklarını korudukları yer doğal olarak burasıydı.yeni liberal toplumun düzeni kontrol aygıtlarını tam da buraya -sözleşme,mülkiyet arzusu ,bunların yarattığı çalışma dürtüsü-,kabul edilmiş 'gönüllü' ilişki sahtekarlığı altında hiyerarşileri ve eşitsizlikleri kontrol eden ve kalıcılıklarını sağlayan bu yere yerleştirmişti.gizlilik içinde çalışan iktidar buradaydı."kendisini  düzen diye adlandıaran şey yalandan ibaretti; karannlığın yüreğine giden yol bu tıuzak farkedildiğinde görünürt oluyordu.oysa eşitler arasındla daha eşit! olanların gözünde köylüler, işçiler sıcak günerşin altında ter dökenler sadece sessizliği hakediyorlardı.sessizliği hakedenlerin çığlığı fırtınaya dönüşmek için daha neyi bekliyor olabilirdi bugün değilse ne zaman bunca zulme haksızlığa horgörüye başkaldıracaktı.umudun yanılsamadan ibaret olduğunu daha ne kadar görmezden gelecekti.oysa hayat ellerimizdeydi ruhumuzda...yeni günün şafağının habercisi içimizdeydi............... 

akintiyakarsiakintininicinde

3 Eylül 2010 Cuma

Yalnızca rüzgâr zaman ve sesle

 yalan, çarpıtma ve ikiyüzlülükten oluşan bir zihin dünyası..
 heryerde ve herkesin içinde , çöreklenmiş vahşi bir hayvan gibi hazır ve nazır  bekliyor.
 onlarsız kendinde bir eksiklik hissediyor yurdum insanı!!
 haritası kanla yıkanırken bu delik deşik coğrafyanın insanları ,imkansız 
 zaferlerin peşinde evrimi tersyüz ediyor.sanrılar gerçekliğin yerini alırken olası varoluşlarda
 hiçliğe terkediliyor...
akintiyakarsiakintininicinde
 
Bir ölüyüm ben, dolaşıp duran 
artık hiçbir yerde kaydım yok 
bilinmiyorum mülki amirin görev yerinde 
sayı fazlasıyım altın kentlerde 
ve yeşeren taşra yörelerinde. 

Vazgeçilmişim çoktan 
ve hiçbir şeyle anımsanmamışım. 

Yalnızca rüzgârla ve zamanla ve sesle 
 ben insanlar arasında yaşayamayan.. 
 Ingeborg Bachmann  Sürgün Şiirinden
 

2 Eylül 2010 Perşembe

"bulabilseydim sözcükleri,"

...........................................................
Büyük izler bırakan bir zamanda
Çabuk gitmelidir insan
Bir ışıktan ötekine ya da bir ülkeden bir başkasına
Gök kuşağının altında, pergelin ucu yürekte
Odak noktası alınan ise, gece alabildiğine açık
Dağlardan göller,
Göllerin içinde dağlar görünür
Ve bulutların arasında çalar
Birinin dünyasının çanları
Kimin dünyası olduğunu öğrenmek ise
Bana yasaklanmıştır…

Bir Cuma günü oldu
Oruçluydum yaşamım adına
Havadan sanki limon suyu damlamaktaydı
Ve kılçıklar saplanmıştı damağıma
O sırada bir yüzük çıkardım
Açılan balığın içinden
Doğumumda gecenin nehrine atılmış ve batmıştı.
Onu geceye geri verdim…

Ah!.. Keşke korkmasaydım ölümden!..
Bulabilseydim sözcükleri,
(kaçırmasaydım)
Dikenler olmasaydı yüreğimde
(güneşi vurabilseydim)
Olmasaydı ağzımda bu susamışlık
(vahşi suları içmeseydim)
Açmasaydım kirpiklerimi
(sicimi görmeseydim)

Gökyüzü mü çekip götürdükleri?..
Taşımasaydı eğer yeryüzü beni,
Çoktan uzanmış yatıyor olurdum,
Çoktan yatardım
Gecenin olmamı istediği yerde
Daha kabartmadan burun deliklerini
Ve ayağını kaldırmadan
Yeni darbeler için, hep peşinde
Yeni darbelerin
Hep gece.
Ve gün, hiç yok… 
Curriculum Vitae'den Ingeborg Bachmann

28 Ağustos 2010 Cumartesi

yitip gitmişti..................

Hans Hofmann,Nocturnal Splendor, 1963

hayat akıp giderken resimler uçuşuyordu durmadan sağırlaştırıcı bir kakafoninin eşliğinde...çoğunun bakmaya bile tenezzül etmeyeceği resimler;oysa birer hayattı acıydı yaşama sevinciydi belki genç yaşta yitip giden bir arkadaşa yaktığımız kırık dökük birkaç sözden oluşan ama söyleyeni yakıp kavuran bir ağıttı herbiri....geçmiş bugün ve gelecek belirsizleşirken hayat sıradan bir ağustos gecesinin bunaltıcı sıcağında can çekişirken beni kahreden sözcükler yaptıklarımla yapacak olduklarımın anlamsızlığında bir doktorun dudaklarından dökülüverdi...
-onu kaybettik!!!
işte o an herşey bitmişti.
dönüşü yoktu.
dostlar koskoca bir dünya bir daha dönmememek üzere yitip gitmişti..................


akintiyakarsiakintininicinde

19 Ağustos 2010 Perşembe

yarım kalan ağıt

bir monoloğa girişircesine, susuyorum.

bir insanın bu yaşamda değeri nedir?yaşarken yok sayılan birarada bulunmaktan ısrarla kaçındığım,aynı ortamı paylaştığım anları ise görev kabilinden saydığım ama herşeye rağmen varoluşu seni rahatlatan içine güven hissi dolduran o insan çekip gittiğinde hissettiklerim biteviye uzayıp giden ertelemeler mi olmalıydı?anımsayamadığım bir soneyi anlamsızca onunla ilişkilendirmek; kayıp soneyi bir türlü bulamayışım hazırlıksız yakalandığım bu son vedayı geciktirmek için mi? beni kahreden o berbat ağustos sabahında son yolculuğuna çıkarken ona yetişemeyişim mi yoksa durmadan ertelediğim kendi yolculuğumun anlamsızlığını gidişi ile yüzüme bir tokat gibi çarpmasımıydı?

akintiyakarşiakıntininiçinde

18 Ağustos 2010 Çarşamba

geberiyorum kederden

Franz Kline, C and O,1958

Geçip gitmiş günler gelin
rakı için sarhoş olun
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden.

İlerdeki güzel günler
beni görmeyecek onlar
bari selam yollasınlar
geberiyorum kederden.

Başladığım bugünkü gün
yarıda kalabilirsin,
geceye varmadan yahut
çok büyük olabilirsin.

Nazım Hikmet

15 Temmuz 2010 Perşembe

yola çıkarken

Sam Francis,Dark Beams, 1978


Kapitalizmden söz etmek istemeyen, faşizm konusunda da susmalıdır!”

"Hiç sen, bugüne kadar seni hep zengin sanmış fakat fakir olduğunu öğrendiğinde, senin artık ondan bir şeyler bekleyebileceğin endişesiyle arkadaşın da değişen ses tonunu fark etmedin mi?İnsanların , tanıdığı yoksullara ve zenginlere yaptığı iyilikler arasındaki farkı hiç gözlemlemedin mi?Güç kazananlara karşı insanların çoğu yardımsever ve dostça davranan varlıklara dönüşür.Çaresiz acizliğin egemen olduğu ortamlarda ise insanlar, tıpkı hayvanlara davrandığı gibi, birer celep ve kasap'a dönüşürler."

Max Horkheimer

20 Haziran 2010 Pazar

gitmeden önce-3

Jackson Pollock-The She-Wolf. 1943
dağlarda silah sesleri yeni açmış filizler daha çiçek vermeden kırılıyor gazeteleri yoklayıp televizyonu açıyorum hep aynı ipten, kazıktan kurtulmuşlar sergisi sanki daha öncede defaatle gördüğüm bu suratlar adilik alçaklık ve aptallık farklı biçimlerde canlanmışlar sanki durmadan proğramlanmış bir makine gibi aynı nağmeleri biteviye bisekilde tekrarlıyorlar kangren olmuş zihnim harekete geçmekten aciz tibet öküzlerine dua ettirecek denli dumura uğramış durumda.......bağırsam diyorum kırsam döksem kifayetsiz olduğum yerde kendime acımaya devam ediyorum oysa kan akmaya devam ediyor oluk oluk.........

gökyüzü bile bu kıyıma sessiz kalamıyor dışarda bardaktan boşanırcasına bir yağmur var vs vs...

akintiyakarsiakintininicinde

17 Mayıs 2010 Pazartesi

gitmeden önce-2

Evocation, the burial of Casagemas-Pablo Picasso
" her türlü otorite alçaltıcıdır. otoriteyi kullananları da, üzerinde otorite uygulananları da alçaltır... belli bir sevecenlikle ve bazı ödüller ve karşılıklarla birlikte uygulandığında insanı ürkütücü derecede ahlaksızlaştırır. bu durumda insanlar, üzerlerindeki korkunç baskının daha az bilincine varırlar ve böylece yaşamlarını, evcil hayvanlar gibi, herhalde başka insanların düşüncelerinin yansıttıklarının bile farkına varmaksızın, başka insanların standartlarına göre yaşayarak, pratikte sanki başka insanların giymekten vazgeçtikleri eski elbiselerini giyermiş gibi ve tek bir an için dahi kendileri olmayarak, tatsız tuzsuz bir rahatlık içinde sürdürürler. değerli bir düşünür, ‘özgür olacak insan, biraz "uyumsuz" olmalıdır’ der. ve insanlara rüşvet vererek uyum ve itaat göstermelerini sağlayan otorite de aramızda dolaşan aşırı besili bir barbarlık türüdür."

Oscar Wilde

29 Nisan 2010 Perşembe

ilkeli olmak


İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan,
hayat ile olan saf ilişkisini yitirir.
Bir insanın kendine karşı hile yapması, onun, filminden, hayatından, her şeyinden vazgeçmesi demektir.

Andrei Tarkovski

14 Mart 2010 Pazar

gitmeden önce-1

Poor People on the Seashore-Pablo Picasso

ucuz mizansenlerin ülkesinde karikatür kahramanlara teslim olmuşuz.........
öylesine boyun eğmişizki rezilliğimizi zafer olarak taçlandırıyoruz......
hayali bir geçmişin vehmiyle bugünü zehirleyip
kendi kendini katleden insanların ülkesi...............

akintiyakarsiakintininicinde

- Bugün açız yine evlatlarım, diyordu peder,
Bugün açız yine; lakin yarın, Ümid ederim,
Sular biraz daha sakinleşir... Ne çare, kader! 
  Deniz ufukta, kadın evde muhtazır... ölüyor:
Kenarda üç gecelik bar-ı intizariyle,
Bütün felaketinin darbe-i hasariyle,
Tehi, kazazede bir tekne karşısında peder
Uzakta bir yeri yumrukla gösterip gülüyor;
Yüzünde giryeli, muzlim, boğuk şikayetler... 
 Tevfik fikret (Balıkçılar şiirinden)

12 Mart 2010 Cuma

her şeye tıpatıp uyan ve her şeyi çoktan bilenlerin şarkısı


her şeye tıpatıp uyan ve her şeyi çoktan bilenlerin şarkısı

bir şey yapılması gerektiğini ve de hemen
çoktan biliyoruz
ama daha erken olduğunu bir şey yapmak için
ama artık geç olduğunu bir şey daha yapmak için
çoktan biliyoruz

ve işlerimizin yolunda olduğunu
ve bunun böyle süreceğini
ve bunun anlamı olmadığını
çoktan biliyoruz

ve suçlu olduğumuzu
ve suçlu oluşumuzda bir suçumuz olmadığını
ve elimizden bir şey gelmeyişinde suçlu olduğumuzu
ve bunun bize yettiğini
çoktan biliyoruz

ve belki de ağzımızı tutmanın daha iyi olacağını
ve ağzımızı tutmayacağımızı
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz

ve kimseye yardım edemiyeceğimizi
ve bize kimsenin yardım etmeyeceğini
çoktan biliyoruz

ve yetenekli olduğumuzu
ve hiç ve gene hiç arasında seçme yapabileceğimizi
ve bu sorunu temelden incelememiz gerektiğini
ve çaya iki tane şeker attığımızı
çoktan biliyoruz

ve baskıya karşı olduğumuzu
ve sigaraların pahalılaştığını
çoktan biliyoruz

ve her seferinde bir şeyin olacağını önceden kestirdiğimizi
ve her seferinde haklı çıkacağımızı
ve bundan bir şey çıkmayacağını
çoktan biliyoruz

ve her şeyin yalan olduğunu
çoktan biliyoruz

ve bir şeyi atlatmanın her şey değilde hiçbir şey olduğunu
çoktan biliyoruz

ve bizim bunu atlatacağımızı
çoktan biliyoruz

ve bütün bunların yeni olmadığını
ve yaşamanın güzel olduğunu
ve bunun her şey olduğunu
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz

ve bunu çoktan bildiğimizi
çoktan biliyoruz.

Hans Magnus Enzensberger

21 Ocak 2010 Perşembe

İstemem Eksik Olsun


İstemem Eksik Olsun


Ya ne yapmak lâzımmış?
Sağlam bir dayı bulup çatmak sırnaşık gibi,
Bir ağaç gövdesini tıpkı sarmaşık gibi,
Yerden etekleyerek velinimet sanmak mı?
Kudretle davranmayıp hileyle tırmanmak mı?
İstemem eksik olsun! Herkes gibi, koşarak

Yabanın zenginine methiyeler mi yazmak?
Yoksa nâzırın yüzü gülecek diye bir an
Karşısında takla mı atmak lâzım her zaman?
İstemem eksik olsun! Ricaya mı gitmeli?
Kapı kapı dolaşıp pabuç mu eskitmeli?
Yoksa nasır mı tutsun sürünmekten dizlerim?
Yahut eğilmekten mi ağrısın ötem berim?

İstemem eksik olsun! Tazıya tut, tavşana
Kaç mı demeli? Belki kaz gelir diye bana
Tavuk mu göndermeli? Yoksa bir fino gibi
Susta durmak mıdır ki, acep en münasibi?
İstemem eksik olsun! Bir kibar salonunda
Kucak kucak dolaşıp boy atmak ve sonunda,
Marifet şi’re koyup kameri, yıldızları,
Aşka getirmek midir, evde kalmış kızları?

İstemem eksik olsun! Yahut şan olsun diye,
Meşhur bir kitapçıya giderek, veresiye
Şiir mecmuası mı bastırmalı? İstemem
Eksik olsun! Acaba bulup bir alay sersem
Meyhane köşesinde dâhi olmak mı hüner?
İstemem eksik olsun! Bir tek şiirle yer yer
Dolaşıp da herkesten alkış mı dilenmeli?
İstemem eksik olsun! Yoksa bir sürü keli
Sırma saçlı diyerek göğe mi çıkarmalı?

Yoksa ödüm mü kopsun bir Allah'ın aptalı
Gazeteye bir tenkid yazacak diye her gün?
Yahut sayıklamak mı lâzım: “Adım görünsün
Aman!” diye şu meşhur "Mercure Ceridesi"nde
İstemem eksik olsun! Ve tâ son nefesinde
Bile çekinmek, korkmak, benzi sararmak, bitmek;
Şiir yazacak yerde ziyaretlere gitmek,
Karşısında zoraki sırıtmak her abusun.
Eksik olsun istemem, istemem eksik olsun!

Fakat şarkı söylemek, gülmek, dalmak hülyaya;
Yapayalnız, ama hür, seyahat etmek aya.
Gören gözü, çınlayan sesi olmak ve canı
İsteyince şapkayı ters giymek, karışanı
Olmamak. Bir hiç için ya kılıcına veya
Kalemine sarılmak ve ancak duya duya
Yazmak, sonra da gayet tevazuyla kendine;
”Çocuğum!” demek,”Bütün bunları hoş gör yine,
Hoş gör bu çiçekleri, hattâ bu kuru dalı,
Bunlar yabanın değil kendi bahçenin malı!
Varsın küçücük olsun fütuhatın, fakat bil,
Onu fetheden sensin, yoksa başkası değil.
Ara hakkını hattâ kendi nefsinden bile.
Velhasıl bir tufeylî zilletiyle
Tırmanma! Varsın boyun olmasın söğüt kadar,
Bulutlara çıkmazsa yaprakların ne zarar?

Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!”

Kaynak: Cyrano de Bergerac, Edmond Rostand
Çeviren: Sabri Esat Siyavuşgil


14 Ocak 2010 Perşembe

ÇÖL


ÇÖL

1
Ahmed
düşlerini hazırlayan örümceklerdir
gözkapaklarının altında yıldızlar.
2
Yalnızca reddinin gücüyle aydınlanır Süleyman,
"Amacıma eriştim, dediği zaman-
bırakıp gözlerini evinin o mahrem ışığına,
uzayın yüzü pencerede bir karga.
5
Bir gül ağladı
yüzünü örtünce Ali, yapraklarıyla,
Ali'yse giden kuşlara ağlıyordu
ve avutuyordu uzayı.
9
Her gün güneşten önce kalkar
penceresinden bakıp görmek için
nasıl selamlıyor çiçekler,
yolculuğunu şafağın.
18
Bana kim gösterecek yıldızı
kim verecek bana
gecemi yazmam için mürekkebi?
29
Kapısını kapattı,
ama zincirlemek için değil sevinçlerini,
özgürleştirmek için kederini.
ADONİS
Türkçesi: HEPA ÇOPURGİL