3 Eylül 2014 Çarşamba

ve suçlu olduğumuzu çoktan biliyoruz



bir şey yapılması gerektiğini ve de hemen
çoktan biliyoruz
ama daha erken olduğunu bir şey yapmak için
ama artık geç olduğunu bir şey daha yapmak için
çoktan biliyoruz

ve işlerimizin yolunda olduğunu

ve bunun böyle süreceğini
ve bunun anlamı olmadığını
çoktan biliyoruz

ve suçlu olduğumuzu

ve suçlu oluşumuzda bir suçumuz olmadığını
ve elimizden bir şey gelmeyişinde suçlu olduğumuzu
ve bunun bize yettiğini
çoktan biliyoruz

ve belki de ağzımızı tutmanın daha iyi olacağını

ve ağzımızı tutmayacağımızı
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz

ve kimseye yardım edemiyeceğimizi

ve bize kimsenin yardım etmeyeceğini
çoktan biliyoruz

ve yetenekli olduğumuzu

ve hiç ve gene hiç arasında seçme yapabileceğimizi
ve bu sorunu temelden incelememiz gerektiğini
ve çaya iki tane şeker attığımızı
çoktan biliyoruz

ve baskıya karşı olduğumuzu

ve sigaraların pahalılaştığını
çoktan biliyoruz

ve her seferinde bir şeyin olacağını önceden kestirdiğimizi

ve her seferinde haklı çıkacağımızı
ve bundan bir şey çıkmayacağını
çoktan biliyoruz

ve her şeyin yalan olduğunu

çoktan biliyoruz

ve bir şeyi atlatmanın her şey değilde hiçbir şey olduğunu

çoktan biliyoruz

ve bizim bunu atlatacağımızı

çoktan biliyoruz

ve bütün bunların yeni olmadığını

ve yaşamanın güzel olduğunu
ve bunun her şey olduğunu
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz
çoktan biliyoruz

ve bunu çoktan bildiğimizi

çoktan biliyoruz.


Hans Magnus ENZENSBERGER

Çeviri: Sezer DURU

yürüyen adam


yürüyen adam


alnı yukarda

kırmızı boyun atkısı rüzgarda
yürüyor.

yürüyor adım adım
yürüyor ağır ağır
yürüyor...

rüzgar deniz gibi köpürüyor
esiyor deniz rüzgar gibi
akıyor iki yandan ışıklar
düşen yıldızlar gibi
sesler geliyor derinden
kalbin uzak sahillerinden:
- nereye gidiyorsun yavrum benim nereye?
dön sengilim, dön kardeşim,
dön evimin erkeği, dön geriye...

yürüyor o
ıslıkla kızgın bir ölüm marşı çalarak
yürüyor o
gövdesi bir gemi gibi yükselerek, alçalarak.
yürüyor adım adım
yürüyor ağır ağır
yürüyor...

kim bilir
belki bir daha sokmayacak parmaklarını
dizi dibinde dikiş diken kardeşlerinin sarı saçlarına,
ve belki bir daha altında yatıp
güneşe giden yeşil bir yola bakar gibi
bakmayacak gürgen ağaçlarına...

yürüyor o, yürüyor.
açık geniş adımlarla arşınlıyor yolları.
ağır iki balyoz gibi sallanıyor kolları.
kıllı göğsü bir kalkan gibi kabarık...

işitmiyor artık
hep aynı tahta masanın başında akşamlayan
hasta topal dostların
kalbe karanfil ruhu gibi damlayan
sözlerini.

çıplak
iki bıçak
gibi çekmiş yüzünde gözlerini
yürüyor düşmana doğru.

yürüyor adım adım
yürüyor ağır ağır
yürüyor...


nazım hikmet

14 Temmuz 2012 Cumartesi

gidenlerin ardından..

birer birer hepsi bizi bırakıp gidiyor!bizim o anlatılamayan!paylaşılamayan !yalnızlığımız her geçen gün biraz daha artıyor.bakmayın sizli bizli çoğul şahısla konuştuğuma; belki yalnızlığın ağırlığı sözcüklerle hafifler diye züğürt avuntusuna sığınmış olmamdır tek neden..aslında bırakıp giderken birazda gittikleri yere yaklaştırıyorlar bizi garip dimi aslında giderken ayrılmış olmuyoruz onlara biraz daha yaklaşıyoruz


heyhat ölüm karşısında ne söylenebilir ki öylesine mutlak öylesine acıtan
geriye zırvalardan başka birşey kalmıyor.

dostlar kayıp giderken bize bıraktıkları bazen şimşek çakmasını andıran bilinç anlarını da hediye ediyorlar.insan otuzundan sonra kanımca yaşamıyor sadece hayata yaşadığını kanıtlamaya çalışıyor.alışkanlıklar zorunluluklar ve daha bir sürü saçmalığın peşinde insana dair ne varsa silikleşmeye başlıyor vs vs


akintiyakarsiakintininicinde

28 Aralık 2011 Çarşamba

Issız Ada

                                        .........                                      
Susmanın ibadet
Olduğu yerde
Ne çok
Konuşuyordu. 

     .........
Seslerin hele kof, sığda
Çiğ ve güncel
Eriyeceğini havada
Bile bilmiyordu. 

Behçet Necatigil'in Bir Susma Eğrisi şiirinden
.
"Aslında, bir adanın ıssız olmaktan çıkması için üzerinde insanların oturması yetmez.İnsanın adaya doğru ve ada üzerindeki hareketinin, adanın insanlardan önceki hareketini sürdürdüğü doğruysa, birçok insanın adada oturması adanın ıssız, hatta daha da ıssız olmasını engellemez.İnsanlar yeterince, yani tümüyle yaratıcı oldukları sürece, ada hala ıssızdır.Her ne kadar kazazede böyle bir duruma yaklaşıyor olsada, gerçekte hiçbir zaman bu denli ayrı, bu denli yaratıcı değildir.Bunun olabilmesi için tek yapmak gereken, insanın adaya getirdiği hareketi hayal gücüyle ileri götürmektir..."  
  
Gilles Deleuze Issız Ada adlı metninden


Autumn Evening- Franz Von Stuck


herşey bambaşka olabilirdi eğer inandığımızı söylediğimiz değerlere sahip çıkabilseydik...sevdiklerimiz geride bıraktıklarımız ve kaybettiklerimiz ucuz muabbetlere meze olmazdı..vs vs olmadı işte geçmişi silip atmak değilse de yürümek gerek bazen ardına hiç bakmadan yürümek..bu özeleştiri falan değil artık bizimkisi düpedüz megolomanlık durmadan kayıp öyküler üzerinden olmayan ve yaşarken lanetler okuduğumuz bir dünyayı bugünün gerçekliğinden kaçmak için hayali bir cennete dönüştürüyoruz oysa yaşam elimizin altında bugün burada sahip çıkıp onu dönüştürmemizi bekliyor...


                                                    Akintiyakarsiakintininicinde
                                                                                

16 Kasım 2011 Çarşamba

fırtına yaklaşırken

yazmaya başlarken anlamlı bir başlangıç hadi olmadı umudu imleyen bir yol işareti olasılığı ironikde olsa olasılık dahilinde idi.geçen zaman klişe ve sıkıcı olması bir yana bu kadarı da olmaz dedirtecek vaka ve figürlerin sahne almasıyla gittikçe çekilmez bir hal aldı...esasen yeni  olan hiçbirşey yok aynı hayasızlık ,riya, ve acımasızlık ve kahreden nisyanlar bir dolu kanıksamışlığın ortasında adına hayat dediğimiz ilkokul müsameresini sahnelenmeye biteviye bir şekilde devam ediyor..insanlar ölüyor öldürülüyor ve kendi cellatlarına tapmaya devam ediyorlar.
                             "Kulak ver, dinle -diyor,
                              Solumayla mırıldanıyor yüzüme-
                              olağanüstü düşünceler ve planlarla dolu bir kitap.
                              en ağulu türünden
                              yağmacıların ve şarlatanların 
                              ülkesinde yaşadı
                              bu adam... "
                                                           Sergey Yesenin

çığlıklar insanın yüreğini acıtırken kendi sesimi duymaktan bile çekinir olduğumu farkettiğimde  yazgı çoktan hükmünü vermiş oluyor...........

                                                    akintiyakarsiakintininicinde
  
Edvard Munch-Evening on Karl Johan

1 Ağustos 2011 Pazartesi

yeniden yollara düşerken

Lozan'ın Türk Mübadilleri(yeniden yollara düşerken)

Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum
Geçmiş zamanlar geleceklerden parlak değil.
Vakte şahadet edercesine yükselmiş,
Akşam parıltısından, büyük zaferler üzerine,
Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil. 
Fazıl Hüsnü Dağlarca (Kızılırmak Kıyıları Şiirinden)
bir dönem kapanıp yeni bir dönem başlarken acılarla sevinçler herkese eşit dağıtılmamıştı dağıtılamazdı.anladım ki bu sonucun adaletle bir ilgisi yoktu çünkü doğası gereği baştan adaletsizdi her  öykünün bir sonu vardı ne kadar doğru ve anlamlı olsada her öykü birgün son buluyordu yaşam adil değildi ve birileri sahneyi terketmeliydi geriye simurg'un umudu kalıyordu küllerinden yeniden doğabilmenin umudu...yanarken yitirdiklerimizi-yitirdiklerimi yeniden var edip anlamlı kılabilmek için  ateşi yeniden harlayıp iyice kül olmak yapılan yanlışların bedeli buydu.ve kavga ve yaşam yeniden filizlenirken adalet adalet diye bağirıyordu birileri özgür ve adil bir  dünyaya nefes verirken.."yoksulun hakkını göstedim,zenginin zorbalığını ortaya serdim; adalet istiyorum."diyen o acı çığlık yeniden ve yeniden gökyüzünü inletmeye başlarken ...
yeniden yürümeye başladık başladımm... 

akintiyakarsiakintininicinde

29 Haziran 2011 Çarşamba

duvarlar

DUVARLAR

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
kocaman yüksek duvarlar ördüler dört yanıma.

Ve şimdi oturuyorum böyle yoksun her umuttan.
Beynimi kemiriyor bu yazgı, hep bu var aklımda;

oysa yapacak bunca şey vardı dışarda.
Ah, önceden farketmedim örülürken duvarlar.

Ama ne duvarcının gürültüsü, ne başka ses.
Sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar.

Constantin Kavafis
Çeviri:Herkül Millas ve Özdemir İnce
Franz Kline. Untitled II. (c. 1952)
                                                                                Τείχη

Χωρίς περίσκεψιν, χωρίς λύπην, χωρίς αιδώ
μεγάλα κ’ υψηλά τριγύρω μου έκτισαν τείχη.

Και κάθομαι και απελπίζομαι τώρα εδώ.
Άλλο δεν σκέπτομαι: τον νουν μου τρώγει αυτή η τύχη·

διότι πράγματα πολλά έξω να κάμω είχον.
A όταν έκτιζαν τα τείχη πώς να μην προσέξω.

Aλλά δεν άκουσα ποτέ κρότον κτιστών ή ήχον.
Aνεπαισθήτως μ’ έκλεισαν από τον κόσμον έξω.

Κωνσταντίνος Καβάφης

23 Haziran 2011 Perşembe

simurg'a dair

hep yenildiğimi yenildiğimizi söylüyorlar ..zamana yenik düştüğümüzü ve yerimiz olmadığını iyisimi varlığımızın hissedilmeyeceği bir yere çekilmemizi ki hali hazırda varlığımızın hiçbir anlam içermediğini de ekliyorlar.zamanın ruhuna aykırıymışız!!!oysa ben varım biz varız düşlüyoruz eyliyoruz bir böcek gibi ölümü kabullenmektense sonuna kadar yürümeye varız biz kadim göçebelerin dolayısıyla yokluğun ve özgürlüğün çocuklarıyız..efsanedeki son kuşun ahdını yerine getirmeden son nefesi vermek bize yakışmaz.varsın birileri bizi yok saysın istatistikleri sayıları onların olsun bezirgan saltanatı elbet birgün son bulacak.zamanın ruhuna inat simurg'un efsanesini yaşatmaya devam..........

akintiyakarsiakintininicinde

lağım yollarından girdi metropollere
uyandırdı türkçeledi barok bilincini
alkazar nedir bilmemiş alışılmamış parmaklı kötü

uyandı türkçelendi fikret mualla bir deli
ve cumhuriyetin her ilanında üç
bitmek üzere siyah bira içen eski babam

metropoller ortası fikret muallâ digan
kovalar şiirsizler düşmanlarım ayağa kalksınlar.

ece ayhan

4 Haziran 2011 Cumartesi

GÖÇEBE

öylesine kapılmışızki şu canına  yandığımın, yaşam döngüsüne ne yapsak ne eylesek kifayet etmez bundan böyle ..durmadan mazeretler anlamsız karşılığı olmayan çekinceler ileri sürüyoruz .ve birgün yiğit bir adam gelip tüm gerçekliği yüzümüze ağır bir tokat gibi çarpıyor hemde söylemedikleri söyleyemedikleriyle dostlar  o yiğit insan ölümü ile bizi kendimize getiremediyse bundan böyle biz iflah olmayız.ki insanlar bizden ümidini keseli bir hayli zaman oldu sözünü ettiğim kendimize dair umutlarımız sefil yaşamlarımızı birazcık olsun anlamlandırabilmek için daha ne kadar bekleyeceğiz bugün değilse ne zaman ...

akintiyakarsiakintininicinde

Charles Yates, Time Wanderer 
GÖÇEBE

Sen sık sık gülen gülerken de
Sevecen bir Akdeniz çizgisini
Sol yanına ağzının
İliştiren çocuk özenle
Yabana mı atıyorum yani seni
Yabana mı atıyorum saat altı buçukları
Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını
Değil, değil bunların biri
Gözlerimin gemileri kuş istiyor
Açılıp kapandıkça sevdam
Kapanıp açılıyor bir mavi
Şahmaran süt istiyor kefeninden
Üç aylık ölmüş çocukların
Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kanber


Ay kana kana batıyor
Eşkiyalar gecenin yangınını izliyor uzakta
Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir
                                                      otobüsteyim
Jandarma daima nesirde kalacaktır
Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine
Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça
Patronun karısını zimmetine geçirip
Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla
Alevilikten konuşuyoruz uzun süre
Yanımdaki hep bir gazetede Marilym Monroe'nun
                                                resimlerine bakıyor
Marilyn Monroe öldü diyorum ona
Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi
Şimdiyse Cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir
Bunları diyorum daha ne varsa diyorum
İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye
İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu
Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu
Belki de bir günler bunun için Aydın'da
                                          bulunduğumu
Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu
                                                           olduğumu
İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da
Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu
Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları
İstanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse
                                                                          dialektik
Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı

                                                                          gibi
Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma
Sinirli bir elin uysal bir bardağa
Çok yukardan döktüğü bir içki gelir
Sonsuz ve olağanüstü bir bira
Köpüklene köpüklene biçimlendirir
Soyunarak ağlayan bir kadını
Acı bilincinde sonrasızlığın
Ama bırakalım bırakalım bunları
Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve
                                                büyük yakalarıyla
Ve faytoncular görüyorum
Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için
Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren

Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda
Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin
                                                              üstünde
Kars kalesi yükseliyor
Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha
                                                 elverişli bir şekilde
Hırpalayan bu kale de olmasa
N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa
Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk

Biliyorsun ben hangi şehirdeysem
Yalnızlığın başkenti orası

Bir de yine sevgili çocuk
Biliyorsun kişi tutkularıyla
Yalnızlığını adlandırıyor o kadar

Arkada bir su devrile devrile akıyor
Rastgele bir ağaca soruyorum
Bir şey var sanki onu soruyorum
Değil orda diyor belki biraz daha ilerde
Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan
Ataerkil bir aile gözümü alıyor

Dedelerin yüzlerinde erozyon
Silip götürmüş bütün evetleri

Annelerinse ağızlarında hiyeroglif
Babalarınsa ağustoslar atasözleri

Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri
Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini

Ablalarınsa boyunları soru işareti
Ağabeylerse utançlarından emrah

Sıralanmışlar su boylarına
Bıçakla soyuyorlar kelimeleri

Ya suya giden küçük kızlar
Onlar
Tıpkı o kuşlar gibi
Uçan daha bir süre
Sonra da vurulduktan

Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri

Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi

Şu son dönemecini de aşınca gecenin
Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil
Bu ağartı ancak yürekle karşılabilir
Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil

Tutsaksan ellerini sıvışır gibi zincirlerinden
Ve balyozla vursalar mısralarına
Soylu bir demir sesi yükselir
Soylu büyük ve mavi bir demir sesi
Ellerim egece yatısına çağrılmış
Ve
Teleşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi


Yüzüm giyotine abone
Cemal SÜREYA

22 Mayıs 2011 Pazar

gitmeden önce-8



gidiyorum geliyorum dönüp baktığımda hep yerimde sayıyorum olası gerçekliklerin içersinde en olmazı gelip seni buluyor ne denli çabalarsan çabala bu absürt öyküye bir yön verebilmek yada insayatif  kullanabilmek olanaksız yokluğa olmayana dair bir umut hadi safsatayı bırakalım  ve açıkça söyleyelim bu bir düş gerçekleşmesi olası olmayan bir düş eldeki veriler  düşünüldüğünde...

durmadan irtifa kaybediyorum ucu bucağı olmayan bir çukurda hep düşüyorum ellerimden kayıp gidenleri düşünmek acı vermekten başka bir işe yaramıyor adına ister yüzleşme deyin ister pişmanlık hep aynı fasarya düşüyorum...

bu kahrolası ülkede yaşamak biraz da rezil olmayı öğrenmekle eşdeğer.. çepeçevre riyakarlık ve alçaklıkla çevrili bir atmosferde farklı bir öyküyü yaşanmaya değer kılacak hiçbirşey yok.her allahın günü gözümün içine baka baka yalan söyleyen insanlarla kuşatılmış olup ve hep üç maymunu oynamanın bir süre sonra maymunlaşmaya dönüştüğü bir hikaye bu..bitimsiz bir karabasan gibi tüm benliğine çöken onu nefessiz bırakan bir  öykü.. yapılması gereken çekip gitmek o da başarabilirsen olmadı noktayı koymak o da cesaretin varsa seç seçebildiğini..............

akintiyakarsiakintininicinde